18 Haziran 2014 Çarşamba

Zuhuru Bekleyenlerin Görevi

Bağışlayan ve mihriban olan Allah’ın adıyla...

Hamd, bütün mahlûkatı yaratan âlemlerin Rabbine mahsustur. Seyyidimiz, Nebimiz ve Mevlamız, Allah’ın kulu, Resulü ve Habibi olan Ebu’l-Kasım Muhammed’e (s.a.a), Onun masum ve pak evlatlarına salât ve selâm olsun.

Allah’ın(a.c) rahmetinden kovulmuş şeytandan Rahman Rabb’e sığınırız.
Dünya denilince akla gelen iki kelime vardır. Biri doğu, diğeri batı. Birbirinden farklı iklimler, farklı yaşam tarzları. Biri güçlü, diğeri zayıf. Oysa her ikisi de özgürlükten bahsediyor. Acaba şu içinde bulunduğumuz yaşam tarzında, gerçekten özgürlük var mıdır? Batı’da insanlar özgürlüğü şöyle yorumluyor; biz eskiden tutsaktık, çünkü görünürde özgür olsak bile zayıf bir özgürlüğümüz vardı. Yaptığımız, yapacağımız şeyleri biz seçmiyorduk, baskılar ve dayatmalar yüzünden buna mecbur kalıyorduk. Fakat post-modern yaşam tarzı sayesinde güçlü bir özgürlüğümüz oldu. Böylece kendi hür irademizle seçme hakkına sahip olmuş bulunmaktayız.
Teknolojik ve bilimsel alanda gelişmiş olan Batı, bu vesile ile bir özgüven kazanmış olabilir. Belki de kendilerini laik sistemin gelişi ile birlikte daha güvende hissediyorlar. Bunun nedenini geçmiş oldukları tarihsel süreçte bulabiliriz. Fakat bugün ki toplum içerisinde değer ve normların sabit bir adı yok. Neyin doğru ve neyin yanlış olduğu konusunda verecek bir cevapları da yok. Bunun yegane sebebi individualizm olan bireyciliktir. Herkes kendine göre yaşıyor hayatını. Herşeyden önce “ben” geliyor. İnsanlar içinde barındırdıkları egolarını tahmin etmenin yollarını arıyarak geçiriyor zamanlarını. Ahlâk’ın adı var ama manası yok. Bu durum insanlar içerisinde karmaşalara yol açıyor. Acaba bu yaşam tarzı, bu medeniyet insanlara huzur ve saadet veriyor mu? Eğer huzur veriyorsa, insanlar neden kötü işlerden kendilerini alıkoyamıyorlar? Neden  kendilerini mutsuz hissediyorlar?
Bugün insanlara baktığımızda bir çoğunun psikolojik sorunlar yaşadığını görmekteyiz. Ki bu teknolojinin gelişmesi ile birlikte her geçen gün artmaktadır.
Diğer taraftan, doğu kısmına yani Batı dışında ki kıtalara baktığımızda, orda da durumun pek iç açıcı olmadığını görüyoruz. Batının zulüm ve baskılarına mağruz kalmış kan ağlayan insanlar görmekteyiz.
Dolaysıyla şöyle diyebiliriz, dünya’nın bir tarafında aşırı bir sınırsızlık bulunmaktadır. Bu da insanlar da mutsuzluğa yol açmaktadır. Diğer tarafta ise insanların kanı akılmakta. Yani her iki kesim mutsuz ve birşeylerin değişmesini istiyor. Bu değişim yani huzur ve adalet için bir kurtarıcı’nın gelmesini bekliyor. Ve Ehl-i Beyt mektebi daima bir kurtarıcının geleceğini bildirmiştir.
Peki bu kurtarıcı’nın gelmesi için ne yapmak gerekiyor? Beklemekten maksat nedir? Otobüs bekler gibi, hiç birşey yapmadan beklemek, intizardan sayılıyor mu? Bu soruların cevabına geçmeden önce kendimize samimi bir şekilde şu soruyu soralım; Beklediğimiz kurtarıcı kimdir ve onu ne kadar tanıyoruz? Kimilerine göre kim olduğu mühim değildir, yeter ki gelsin ve kurtarsın dünyayı fesat ve kötülüklerden. Fakat bizler gelecek olan kurtarıcı’nın kim olduğunu biliyoruz. Ama birini tanımak, onun kim olduğunu bilmek anlamına gelmiyor.
İmam Mehdi’yi (af) tanımak, zuhuru bekleyen müminin ilk görevidir. Yani İmam Zaman’ın (af) kutsal varlığı hakkında bilgi sahibi olmasıdır. Zira insan İmam ve konumunu bilmeden ona karşı nasıl bir görevi olduğunu bilemez. Resul-ü Ekrem (saa) şöyle buyuruyor:Kendi döneminin imamını tanımadan ölen kişi, cahiliye dönemindeki ölümle ölmüştür.’ Demek ki eğer bir insan, gereken şekilde imamını tanırsa ve onun emrine teslim olursa, İmam’ı tarafından ona nasip olan en üstün özellik Allah’ı tanımak ve kemalet yolunda bulunmasıdır. Bu da bizzat tüm faziletlerin kaynağıdır. İmam Zaman’ı tanımak, insanın saadetini garantileyen hayırların kaynağıdır. Kurtarıcının zuhur etmesi için her şeyden önce dünya da geniş bir reform ve ıslahatın ağır yükünü taşıyabilecek değerli insanî güç ve unsurlara ihtiyaç vardır. O hazretin muazzam programının gerçekleşmesi için ruhsal ve fiziksel açıdan hazırlanmak ve en üst düzeyde düşünceye sahip olmak, söz konusu hazırlıkların başlangıcıdır. Zuhuru bekleyenlerin görevlerinden bir diğeri ise, Gaybette olan İmam’ın zuhuru için kendini yetiştirsi ve hazır olmasıdır. Kur'an-ı Kerim Enbiya suresinin 105. ayetinde şöyle buyuruyor: Andolsun ki; zikirden (Tevrat'tan) sonra Zebur'da, arza salih kullarımızın varis olacağını yazdık. Öyle ise İmam Mehdi’nin (af) gerçek yarenleri ve bekleyenleri, Allah’ın seçkin ve Salih kulları olarak güçlü imana sahip olan ve kendi hedefinde ilerleyenlerdirler.[1]
Zuhuru bekleyenlerin başka bir görevi ise yanlışlara ve haksızlıklara karşı itiraz etmeleridir. İmam Ali (a.s)’a hilafeti teklif ettiklerinde, İmam’a bunun karşılığında bizim istediğimizi yapacaksın dediler. Emirel muminin (a.s) itiraz ederek asla kabul etmem dedi.
Bekleyiş içerisinde olanlar, bir kurtarıcıyı beklemeyi hedeflemektedirler. Fakat bununla birlikte itiraz etmek gerekiyor. Dolaysıyla diyoruz ki; intizar durağan şeklinde bir bekleyiş tarzı değildir. Ehl-i Beyt mektebinde ki bekleyiş, intizar aslında itirazdır. Bekleyen birisi hiç bir zaman razı değildir, hoşnut değildir. Hiç bir zaman boyunduruk altına girmez, hiç bir zaman eyvallah demez, hiç bir zaman muhafazakar olmaz, hiç bir zaman yandaş olmaz... Çünkü bekleyen bir insan ne yapması gerektiğini bilir. Haksızlıklara ve zulümlere karşı göz yummak Ehl-i Beyt mektebinde asla yer almamıştır. Acaba bu itirazı günümüzün neresinde bulabiliriz ya da kimlere karşı itiraz etmemiz gerekmektedir? İlk olarak zalimlere karşı, karşı çıkmamız gerekiyor. Sen ey zalim olan kimse, nasıl oldu da zalim oldun? Neden adaleti gözetmeyi bıraktın diyebilmemiz lâzım... İkinci olarak medyaya karşı, karşı çıkmamız lâzım. Çünkü o bizlere olanları yanlış ve eksik göstermekte. Gerçekleri bizden saklamaktadır. Ve son olarak Ateist zihniyetine sahip Bilim adamlarına itiraz etmemiz gerekiyor. Onlar nasıl olurda bir bilim adamı olarak Allah’ı inkar edip evrim teorisini ortaya atabilirler?[2] Bu nedenden dolayı yüzeysel bekleyiş, görünüşte ve geçici olandır. Sadece dua ederek, dini törenler düzenleyerek yetinen bir bekleyiştir. Fakat gerçek bir bekleyiş, sorumluluk taşıyarak, sosyal ve kişisel alanlarda yapıcı ve sürekli çalışmaların ortamını oluşturan bekleyiştir.[3]
İnsan sevdiklerini mutlu ederek onun takdirini kazanmak ister. Eğer biz İmam-ı Zaman’ı seviyorsak, ki sevdiğimizi iddia ediyoruz, gelin İmamımızı hoşnut edelim, günahlarımızdan el çekerek onun gelmesini canı gönülden arzulayıp bunu ona amellerimiz ile gösterelim...

Gökten bir ışık geldi, güçlü bir şekilde
Vaat edilen Hz. Mehdi’yi bir kez daha müjdeledi
Bu dünya, huzur ve güvenliğe kavuşacak dedi
Gökyüzü minarelerinden sanki ezan sesi gelmekteydi...[4]


Yusufu Zehra’nın nur çehresine salavat...
 اللهم صل علی محمد و آل محمد و عجل فرجهم...

Merve Yavnik.




[1] TURKISH IRIB, Hz. Mehdi’yi bekleme görevi. Internet, 08.06.2014.
[2] TAZEGÜN, Y., Gülistan/ Mehdeviyet. Internet, 13.06.2014
[3]TURKISH IRIB, Hz. Mehdi’yi bekleme görevi. Internet, 13.06.2014.
[4] Şehriyar, MH., Şiir. İnternet, 14.06.2014.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder