KUR’ANDA İMAMET VE MASUMİYET: 3
İMAMET NEDİR?
İmamet iki mana da kullanılır;
1 – Genel Mana
2-
Özel Mana
Genel manadan maksat: İmametin
genel manası, topluma önderlik yapma anlamınadır. Bu önderlik velayeti fakihi de
kapsamaktadır. Velayet-i fakih makamında bulunan rehberi (önder) uzmanlar
meclisi seçmektedir. Uzmanlar meclisini de halk seçtiği için genel rehberiyetin
seçiminde halkın fonksuyonu ortaya çıkıyor.
Özel manadan maksat: İmametin
özel manası ise Allah’ın emriyle peygamber tarafından masum İmam’ın
seçilmesidir.
İTİKATIN EN
ÇEKİŞMELİ KONUSU
İslam tarihinde her iki
manada kullanılan İmamet konusu hassas
bir konu olduğundan çok çekişmeli bir biçimde tartışılmaktadır.
İslam’da İmamet konusunun dışında hiç bir konu bu
kadar tartışılmamış ve çekişmeye sebep olmamıştır.
İslam tarihini iyice
araştırdığımız zaman şu hususu çok net görebiliyoruz; İslam’ın, kafir ve
müşriklerle çekişme ve savaşı belirli zamanlarda olmuştur. Ama İmamet ( velayet)
ve masumiyet konusu tarihin tüm zamanlarında hep tartışıldı. İmamet konusu,
halifeler, Emeviler ve Abbasiler döneminde hem birinci ve hem de ikinci manada
kullanıldı ve tartışıldı. İslam tarihinde İmamet ve Velayet konusunda bir çok
kitap, makale ve bröşür yazılıp yayınlandı. Bu yayınlar üzerinden bir çok
tartışmalar yapıldı ve yapılmaktadır.
İMAMET KONUSUNU NASIL ARAŞTIRMALIYIZ?
1 – İmamet konusu, tartışılmak istendiği zaman bir çok noktada mantık
ile ta’assubu birbirine karıştırarak konuyu çözmeye çalışılıyoruz. Biz önce kimin
tarafından olursa olsun mantık ile ta’assubu birbirinden ayırmamız gerekiyor.
2 – Tekrarlanmış konular
ve tefaru’atları bir kenara bırakıp İmamet ( Velayet) ve masumiyet konusunun
aslını araştırarak konuşmamız gerekiyor.
3 – Burada ki konumuz
Kur’an’da İmamet ( Velayet ) ve Masumiyettir. Ayette İmamet’in genel ve özel manasını
araştırarak konunun tefsir ve tanımını yapmamız gerekiyor. Her konunun tanımını
iyi ve düzgün yapmamız gerekiyor.
İMAMET’İN TANIMI
İmamet konusunda bir çok
tanımlar yapılmıştır. Ehli Sünnet ile Şia arasında çok farklı ve ihtilaflı görüşler
ve tanımlamalar yapılmakla beraber tanım ve görüş anlamında da farklılıklar vardır,
çünkü Şia ile Ehli Sünnetin İmamet tanımı arasında yer ile gök kadar fark
vardır. Ehli sünnet, İmameti furu-uddin’den
olduğunu iddia etmekte, Şia ise İmameti usul-uddin’den olduğuna inanıyor. Ehli
Sünnet İmametin seçimle olabileceğini iddia ediyor, Şia sadece Allah’ın emriyle
Peygamber tarafından atanmış olabileceğine inanıyor. Ehli Sünnet ve Şia
alimlerinin İmamet tanımlarından
bazıları şöyledir.
EHL-İ SÜNNET ALİMLERİNDE İMAMET
1 – Tecrid Gavşeci (
TECRİD-İL AKAİD ) şerhinde merhum Hace Nesireddin Tusi (r.a),
Ehli sünnet alimlerinden Fazil Gavşeci bu şerhi şia akaidinin karşısında
yazdığı bir şerhidir. Orada gevşeci şöyle diyor:
“İmamet, toplumun din ve
dünya işlerinde önderlik yapmaya denir.”
Bu tanım ile İmamet, din devletinin sorumluluğunu yüklenmiş olan
şahısa munhasır bir makamdır. Bu şahıs peygamber’in (s.a.a) halifesi olduğunu iddia eder, böyle bir İmam,
devlet işlerini idare etmek için halk tarafından da seçilebilir.
Bazı görüşlere göre ise “İmameti
dini işlerde Peygamber’in (s.a.a)
halifesi olarak kabul eder ve ona
ita’atı farz bilir.” Bu tanımın yukarıdaki tanıma benzer bir tanım olduğu ve birbirinden
farkları olmadığı açıktır.
2 - İbn’i Haldun
Mukaddime eserinde. Aynı manayı kullanmaktadır.
ŞİA ALİMLERİNDE İMAMET
1 - Şeyh Müfid (r.a)
Evail-ul Makalat eserinde şöyle nakl
eder: Toplumun dini ve
sosyal hayatın korumasını ve eğitimini
yüklenen Peygamberler’in (s.a.a) varisi (halifesi) İmamın, Peygamberler’in
(s.a.a) kendisi gibi masum olması gerekiyor.
Ehl-i beyt mektebine
bağlı olanların görüşüne ve inancına göre İmamet toplumun dini ve sosyal
hayatının korumasının ve eğitmesinin ötesinde farklı bir makamdır. İmamet
makamı tıpkı peygamberler’in vazifelerinin yükümlülüklerini taşıyan bir
makamdır. İmamet makamında sadece vahiy sözkonusu değil. Onun ötesinde
peygamberler hangi konuma sahip ise imam da aynı konuma sahiptır. Ve tıpkı
peygamberler gibi masumdur.
2 – İhkak-ul Hak şerhi,
eserde, İmamet şöyle tarif edilmektedir: “İmamet Allah’ın tayın ettiyi ve
seçtiği bir makamdır. Peygamberler’e verilen Nübuvvet ve Vahiy dışında tüm
İlahi faziletlere sahip bir makamdır.”
Bu tanımın ışığında
İmamet, Allah’ın emriyle Peygaber tarafından seçilir. Bundan dolayı İmamet usul-u
din’dendir. Yani dinin esasındandır. Furu-u din’den değil.
Ehl-i sünnetin, ‘imam halk
tarafından seçilir’ görüşünün aksine Şia, ‘İmam Allah tarafından seçilir’
inancına sahiptir. Onun içindir bütün ilahi faziletler İmamın vücudunda tecelli
etmiştir.
Burada iki önemli noktaya
dikkat edilmesi gerekiyor.
1 – İmamet,
Peygamberlerin bütün faziletlerine sahiptir, yalnız vahiy yoktur.
2 – İmamet, Allah’a mahsus
olan Velayet makamıdır. Bu makam ancak bazı mursel peygamberlere verilmiştir.
Bizim açımızdan İmamet
üç rükne sahiptir.
1 – İmamet, Allah’ın emri
gereği peygamber tarafından atanır. Halkın
seçimiyle değil.
2 – İmammet,
peygamberlerin tüm fazilet ve konumlarına sahipdir. Yanlız vahiy ve Nübuvvet
makamı hariç.
3 – İmamet makamında
peygamberlerde var olan ilmi ledun ( vahiy, gaybı ilim ) ve masumiyet vasfına
sahiptir.
Bu tanım bir kaç soru
işareti oluşturmaktadır. İmamet, Allah tarafından belirlenmektedir ve vahiy
hariç peygamberlerin bütün faziletlerine
sahiptır, Peygamberlerde vahiy dışında var olan fazilet nelerdir.?
Bundan dolayı konun
aydınlanması için üçünçü bir görüşü açıklayalım.
ÜÇÜNCÜ GÖRÜŞTE İMAMET
İmamet, insalara din ve dünya
hayatının tüm alanlarında; siyasi, itikati, ahlaki, sosyal, maddi ve manevi konularında idare ve hakimiyet
anlamında Allah’ın mutlak velayeti demektir. İmamet, vahiy ilmiyle donatılmış, masumiyet
vasfına sahip, her çağda insanları eğiten, ilahi nur doğrultusunda insan ve
toplumu her türlü günahtan koruyan ve İnsani değerlerin dejenere edilmesini
engelleyen bir makamdır.
Nübuvvet makamında olan
peygamber ile İmamet makamında olan İmamın ortak özelliklerinden biri de ortak
ilime sahip oluşlarıdır. Bu ilahi ilimle tüm zamanların şer’i hükümlerine ve
konularının tefsirine arif oluşlarıdır. Kendilerine sorulan her türlü gizli ve
aşikar soruların sırlarını açarak cevaplarlar.
İkinci halife Ömer’in 70
yerde şu sözü Ehli sünnet ve Şia
kaynaklarında rivayet edilmiştir.
" Eğer Ali bin Ebu Talib (a.s) olmasaydı Ömer helak olmuştu." Çünkü kendisine her hangi bir islami hüküm sorulduğunda cevap veremediği için, “gidin Ebul Hasan Ali bin Ebu Talib’i çağırın şu sorduğunuz soruların cevabını ancak Ebul Hasan Ali bin Ebu Talib verir” diyordu. Yukarıda, "ben helak olurdum", sözü şunun içindir: “Eğer sorulan konular hakkında yanlış cevaplar verseydim yanlışlar beni helak ederdi. Beni bu helakattan Ali bin Ebu Talib’in (a.s) verdiği doğru cevaplar kurtardı.” Bu verilerden yola çıktığımız zaman bu vasıfa sahip insanların İmam olması mümkün değildir. Çünkü İmam tam anlamıyla her konu hakkında bilgi sahibi olması gerekmektedir. Allah’ın gönderdiği bütün ilahi hükümlerinin zahiri ve batını yönlerine ve konun tefsirine alim olması gerekmektedir. İmam nefislerin zahiri ve batını terbiyecisi ve eğiticisi olması gerekir.
" Eğer Ali bin Ebu Talib (a.s) olmasaydı Ömer helak olmuştu." Çünkü kendisine her hangi bir islami hüküm sorulduğunda cevap veremediği için, “gidin Ebul Hasan Ali bin Ebu Talib’i çağırın şu sorduğunuz soruların cevabını ancak Ebul Hasan Ali bin Ebu Talib verir” diyordu. Yukarıda, "ben helak olurdum", sözü şunun içindir: “Eğer sorulan konular hakkında yanlış cevaplar verseydim yanlışlar beni helak ederdi. Beni bu helakattan Ali bin Ebu Talib’in (a.s) verdiği doğru cevaplar kurtardı.” Bu verilerden yola çıktığımız zaman bu vasıfa sahip insanların İmam olması mümkün değildir. Çünkü İmam tam anlamıyla her konu hakkında bilgi sahibi olması gerekmektedir. Allah’ın gönderdiği bütün ilahi hükümlerinin zahiri ve batını yönlerine ve konun tefsirine alim olması gerekmektedir. İmam nefislerin zahiri ve batını terbiyecisi ve eğiticisi olması gerekir.
İmam’ın zahiri eğitimi
şu dur: İmamın önderliğinde Kur’an
tefsirini ve dini hükümleri tahrif etmeden asıl kaynağından doğru bir şekilde
öğretmesidir. İmamı
Zaman Hz. Mehdi (a.f) devletinde ilmi muasseseler gerçek eğitim ve öğretim ile
halkı aydınlatacak ve herkes aklının kemali ile asıl kaynağından gerçek ilme
sahip olacaktır. Toplumlara sahip olan haksız ve adaletsizliği ortadan
kaldırarak insanın sosyal hayatını ve ebedi dünyası olan ahiretini mutlu ve
saadetli kılmak için çaba gösteririr.
İmam’ın batini eğitimi
şu dur: Bu batini eğitimi, masumiyet
makamına sahip olan Peygamber ve İmam’dan başkasının yapması mümkün değildir.
Peygamber ve İmam’dan batını bir nur, temiz kalplere,
temiz nefislere ve liyakatı olan insanlara
tecelli ederek onu kamil insan yapar. Ve İmam böyle insanları manevi ve
melekuti eğitimle terbiye eder.
Her dönemde peygamber ve
İmamın muhakkak belirli zamanlar içerisinde az veya çok ümmetinden ayrılıp görünmezliği
yani geçici gaybeti olmuştur. Onun olmadığı bir an o ümmetin sahipsiz kaldığı anlamına
gelmez. Ve o her daim canlı bir şekilde toplumunun içerisindedir. Ve insanlar
onun kısa yokluğunda bile onun gerçek varlığından yararlanabiliyorlar.
İmam Cafer Sadık (a.s) bu
konuda şöyle buyuruyor:
“Gaybette bulunan İmamın varlığı bulutun arkasında
bulunan güneşe benzer. Her ne kadar
bulutun arkasında ki güneşin
ışığı direkt vurmuyorsa, ama sıcağı yeryüzündeki tüm canlılara yarar sağlıyor,
bitkiler, ağaçlar, toprak ve yeryüzünde biten her şey ondan yararlanıyor, ve
ürünlerin yetişmesine, gelişmesine ve olgunlaşmasına sebep oluyorsa, gaybette
olan İmamın verlığı ve nuru kalpleri ve nefisleri aynı oranda terbiye
etmektedir.”
Başka bir hadiste şöyle buyuruyor: "Bizim Şia’larımız bizden artan çamurdan
yaratılmış ve bizim muhabbet ve sevgi suyumuzla yoğurtulmuşlardır. Bizim
hüzünlü günümüzde hüzünlü ve şad (mutlu)
günümüzde şad (mutlu) olurlar. Onların kalbi bizimle irtibattadır. Bizim
üzüntümüz ve mutluluğumuz onların kalbinde yaşayarak onlar ona göre haraket
eder."
Masumlarla irtibatlı olan
böyle kalpler ve nefisler Allah’ın nurundan
yararlanıp eğitilip terbiye olmaktadırlar. Veysel Garani gibi insanlar
tarihimizin şahididirler.
Kalbi bu mutluluğu
yaşayan bir insanın zamanın İmamıyla
ister canlı hazırda olsun, ister gaybette olsun her daim onu görür ve
onu en içtenlikle algılar. Dolayısıyla İmam hem zahir ve hem de batın nefis ve
kalpleri terbiye edendir. Ve bu normal insanların edeceği tebiye türü değildir.
İMAMET USUL-U DİNDEN Mİ? FURU-U DİNDEN Mİ?
Şu sorunun cevabı
anlatılan konularla anlaşılmaktadır ama biz bu konuya daha detaylı bakmaya
devam ederek konuyu netleştirmeye çalışacağız.
Bütün Şia alimleri,
İmametin usul-u dinden olduğunda ittifak etmişilerdir. Yani namaz ve oruç gibi
Furu-u dinden değildir. İmamet; Tevhid, Nübuvvet ve Mead ile aynı konumdadır. Ehli
Sünnet alimlerinin çoğunluğu İmametin furu-u dinden olduğu inancındadır. Çok az
bir kısmı İmametin usul-u dinden olduğunu kabul etmektedir.
Nahc-ül Hak kitabının
sahibi Fazl bin Ruzbihan şöyle diyor: İmamet konusu Eş’ari itikadında asla usul-u dinden değidir. Belki
furu-u dindendir. Mükellefin yaptığı amel ile irtibatı olduğu için Eş’ari
İmameti furu-iddinden bilmektedir. Toplum kendi liderini kendisi seçme hakkına
sahipdir.
Mutezile ve Ehli Sünnetin
büyük bir kısmı bu itikata sahipdir. Fakat
Mutezile’de az bir kesim İmameti usul-u dinden bilmektedirler. Bu görüşü nakl
edenlerden biri de Beyzavi tefsirinin sahibi Gazi Beyzavi’dir. Delail-i Sıdık
da bu görişi nakl etmiştir. Burada anlaşılması gereken soru şu, aynı İtikadı
paylaşan bir toplumun bazılarının İmameti, furu-u din seviyesine indirgemiş
olması, bazılarının ise onu usul-u dineden kabul etmesi mümkün müdür?
Fakat Şia İmametin usul-u
dinden olduğunu savunmaktadır, çünkü İmametin Nübuvvet gibi Allah’tan tayın edildiğine
inanmaktadır. Fakat Ehli Sünnet İmameti bir seçilen amir gibi görmektedirler.
Şia ile Ehli Sünnet arasında ki İmamet konusunda ki fark budur.
SORU: ?
İmamet Usul-u dinden ise,
usul-u din dinin esası ve dinin temelidir. İmameti kabul etmemek dinin temelini
çökermek olacağından, usul-u dini inkar eden kafirdir. İmameti kabul etmeyen
kafirmi olur?
CEVAP:
Usul-u din iki kısımdır;
1 – Tevhid, Nübüvvet ve
Mead.( Kıyamete inanmak)
2 – Adl ( Allah’ın Adaleti)
ve İmamet.
Birinci kısımı bütün
müslümanlar itikaten kabul etmiştir. Bunlardan birini inkar edip kabul etmemek
insanı dinden çıkarır ve kafir olur. Mesela, Mead hakkında Kur’an 1200 ayette bahs etmektedir. Mead itikadi
olarak Nübuvvet gibidir onu inkar etmek Nübuvveti inkar manasınadır. Kim
onu inkar ederse kafir olur.
İkinci kısım tüm
müslümanların ortak itikadı değildir. İmamet konusu Şia inancında Allah
tarafından masum İmam olarak atanmakta
ve Usul-u dinden olup ve Ehli Sünnet itikatında imam halk tarafından
seçilmekte ve furu-u dinden olarak kabul edildiğinden itikadi anlamda inkar ve
dinden çıkma anlamına gelmiyor.
Adl (Allah’ın adaleti)
ise, Şia ve Mutezile tarafından Usul-u dinden kabul edilerken Ehli Sünnet ve
Eşa’ire Adl’ı ( Allah’ın adaletini)
Usul-u dinden kabul etmemektedir. Bu iki konu hakkında müslümanlar ittifak
sağlamamışlardır. Bu iki konu Şia’nın inancına has olduğundan onlar inkarcı
dinden çıkmış sayılmıyorlar. Belki Ehl-i beyt mektebinden çıkmışlardır ve kabul
etmemenin karşılığını muhakkak ki ölümden sonra göreceklerdir.
Buna göre bazıları Usul-u
din üç tanedir olduğunu söylerler; Tevhid, Nübuvvet ve Mead . Diğer iki tanesini
( Adl ve İmamet) furu-u dinden sayarlar. Biz Şialar Usul-u dinin beş tane
olduğuna inanırız.
İmamet hakkında bu hassas
konular işlenirken yine akla soru gelebilir, örneğin:
SORU
Rivayette nakl edilmiştir
ki Velayet’i, yani İmamet makamını kabul etmeğenin namazı, orucu ve hatta hiç
bir ibadeti ve ameli kabul değildir.
İbadetlerin kabul oluşunun şartı İmameti/ Velayeti kabul etmektir. Acaba bu
konu onların müslümanlığıyla ilgili bir soru işareti değil midir.?
CEVAP:
Biz, masum Peygamber ve
İmamların sözlerinin takipçisiğiz, Onların bizlere İlahi sözleri şudur; Kelimey-i
Tevhid ve Kelimey-i Şehadeti getiren herkes müslümandır. Hayvan kesimleri helal
ve bütün İslami hükümler onlar için geçerlidir. Ve onlar İslam hükmünde olan
müslümanlardır. Bütün hadislerimizde geçerli olan söz şudur; şahadetini getiren
herkes müslümanlığı kabul etmiştir. Fakat onların ibadetleri kabul olur mu,
olmaz mı, o ahiretle ilgilidir.
Muhakkak ki Velayet,
İmamet makamı ibadetin kabul olma şartıdır. Ama bu onların müslümanlığıyla
ilgili bir sorun yaratmaz. Söylediğimiz gibi şahadeti getiren herkes
müslümandır. Ama ibadetlerinin kabulu Allah ahirette belirtecek herkese.
İmamet Usul-u dindendir.
Furu-u dinden değildir çünkü imamet Allah tarafından tayın edilir. Delilimiz
Kur’anı kerimdir
Kur’anı Kerim şöyle
buyuruyor:
‘’Hani Rabbi İbrahim’i
bir takım kelimelerle denemiş, o da tam olarak onları yerine getirmişti. (işte
o zaman Allah,) ‘’ Ben seni insanlara İmam (önder) kılacağım.’’ dedi.
(İbrahim,) ‘’ Benim soyumdanda.’’ Dedi. (Allah,) ‘’ Benim ahdim (İmamet makamı)
zalimlere erişmez.’’ dedi.’’ Bakara/ 124
Baştan beri üzerinde konu
edindiğimiz bu ayet-i kerime net bir şekilde anlatıyor ki İmamet makamı öyle
bir elbise değil ki her kesin üzerine
giydirilsin. Bu elbise İlahi nur elbisesidir, ancak lıyakatı olan onu giyebilir
ve Allah temiz bir nesile yani tüm günahtan, hatadan ve yanlışdan masum olan
insana bu elbiseyi giydirir. Çünkü Velayet sadece ve sadece Allah’ın kendisine
ait olan bir makamıdır. Allah İstediğine ve layık gördüğüne o makamı verir.
Allah’ın selamı Muhammed
ve Al-i Muhammedin ( s.a.a )üzerine olsun.
Tevekkül
Erol
Y A Z A R I N D İ Ğ E R Y A Z I L A R I
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder