4 Temmuz 2012 Çarşamba

KUR’ANDA İMAMET VE MASUMİYET: 3






KUR’ANDA İMAMET VE MASUMİYET: 3
İMAMET NEDİR?
İmamet iki mana da kullanılır;
1 – Genel Mana
2-  Özel    Mana
Genel manadan maksat:  İmametin genel manası, topluma önderlik yapma anlamınadır. Bu önderlik velayeti fakihi de kapsamaktadır. Velayet-i fakih makamında bulunan rehberi (önder) uzmanlar meclisi seçmektedir. Uzmanlar meclisini de halk seçtiği için genel rehberiyetin seçiminde halkın fonksuyonu ortaya çıkıyor.
Özel manadan maksat:  İmametin özel manası ise Allah’ın emriyle peygamber tarafından masum İmam’ın seçilmesidir.
İTİKATIN  EN ÇEKİŞMELİ KONUSU
İslam tarihinde her iki manada  kullanılan İmamet konusu hassas bir konu olduğundan çok çekişmeli bir biçimde tartışılmaktadır.
İslam’da  İmamet konusunun dışında hiç bir konu bu kadar tartışılmamış ve çekişmeye sebep olmamıştır.
İslam tarihini iyice araştırdığımız zaman şu hususu çok net görebiliyoruz; İslam’ın, kafir ve müşriklerle çekişme ve savaşı belirli zamanlarda olmuştur. Ama İmamet ( velayet) ve masumiyet konusu tarihin tüm zamanlarında hep tartışıldı. İmamet konusu, halifeler, Emeviler ve Abbasiler döneminde hem birinci ve hem de ikinci manada kullanıldı ve tartışıldı. İslam tarihinde İmamet ve Velayet konusunda bir çok kitap, makale ve bröşür yazılıp yayınlandı. Bu yayınlar üzerinden bir çok tartışmalar yapıldı ve yapılmaktadır.
İMAMET KONUSUNU NASIL  ARAŞTIRMALIYIZ?
1 – İmamet konusu,  tartışılmak istendiği zaman bir çok noktada mantık ile ta’assubu  birbirine karıştırarak  konuyu çözmeye çalışılıyoruz. Biz önce kimin tarafından olursa olsun mantık ile ta’assubu birbirinden ayırmamız gerekiyor.
2 – Tekrarlanmış konular ve tefaru’atları bir kenara bırakıp İmamet ( Velayet) ve masumiyet konusunun aslını araştırarak konuşmamız gerekiyor.
3 – Burada ki konumuz Kur’an’da İmamet ( Velayet ) ve Masumiyettir. Ayette İmamet’in genel ve özel manasını araştırarak konunun tefsir ve tanımını yapmamız gerekiyor. Her konunun tanımını iyi ve düzgün yapmamız gerekiyor.
İMAMET’İN TANIMI
İmamet konusunda bir çok tanımlar yapılmıştır. Ehli Sünnet ile Şia arasında çok farklı ve ihtilaflı görüşler ve tanımlamalar yapılmakla beraber tanım ve görüş anlamında da farklılıklar vardır, çünkü Şia ile Ehli Sünnetin İmamet tanımı arasında yer ile gök kadar fark vardır. Ehli sünnet, İmameti  furu-uddin’den olduğunu iddia etmekte, Şia ise İmameti usul-uddin’den olduğuna inanıyor. Ehli Sünnet İmametin seçimle olabileceğini iddia ediyor, Şia sadece Allah’ın emriyle Peygamber tarafından atanmış olabileceğine inanıyor. Ehli Sünnet ve Şia alimlerinin  İmamet tanımlarından bazıları şöyledir.

EHL-İ SÜNNET ALİMLERİNDE İMAMET
1 – Tecrid Gavşeci ( TECRİD-İL  AKAİD )  şerhinde merhum Hace Nesireddin Tusi (r.a), Ehli sünnet alimlerinden Fazil Gavşeci bu şerhi şia akaidinin karşısında yazdığı bir şerhidir. Orada gevşeci şöyle diyor:
“İmamet, toplumun din ve dünya işlerinde önderlik yapmaya denir.”
Bu tanım ile İmamet,  din devletinin sorumluluğunu yüklenmiş olan şahısa munhasır bir makamdır. Bu şahıs peygamber’in (s.a.a)  halifesi olduğunu iddia eder, böyle bir İmam, devlet işlerini idare etmek için halk tarafından da seçilebilir.
Bazı görüşlere göre ise “İmameti dini işlerde Peygamber’in (s.a.a)  halifesi olarak  kabul eder ve ona ita’atı farz bilir.” Bu tanımın yukarıdaki tanıma benzer bir tanım olduğu ve birbirinden farkları olmadığı açıktır.
2 - İbn’i Haldun Mukaddime eserinde. Aynı manayı kullanmaktadır.
ŞİA ALİMLERİNDE İMAMET
1 - Şeyh Müfid (r.a) Evail-ul Makalat   eserinde şöyle nakl eder:  Toplumun dini ve sosyal hayatın  korumasını ve eğitimini yüklenen Peygamberler’in (s.a.a) varisi (halifesi) İmamın, Peygamberler’in (s.a.a) kendisi gibi masum olması gerekiyor.
Ehl-i beyt mektebine bağlı olanların görüşüne ve inancına göre İmamet toplumun dini ve sosyal hayatının korumasının ve eğitmesinin ötesinde farklı bir makamdır. İmamet makamı tıpkı peygamberler’in vazifelerinin yükümlülüklerini taşıyan bir makamdır. İmamet makamında sadece vahiy sözkonusu değil. Onun ötesinde peygamberler hangi konuma sahip ise imam da aynı konuma sahiptır. Ve tıpkı peygamberler gibi masumdur.
2 – İhkak-ul Hak şerhi, eserde, İmamet şöyle tarif edilmektedir: “İmamet Allah’ın tayın ettiyi ve seçtiği bir makamdır. Peygamberler’e verilen Nübuvvet ve Vahiy dışında tüm İlahi faziletlere sahip bir makamdır.”
Bu tanımın ışığında İmamet, Allah’ın emriyle Peygaber tarafından seçilir. Bundan dolayı İmamet usul-u din’dendir. Yani dinin esasındandır. Furu-u din’den değil.
Ehl-i sünnetin, ‘imam halk tarafından seçilir’ görüşünün aksine Şia, ‘İmam Allah tarafından seçilir’ inancına sahiptir. Onun içindir bütün ilahi faziletler İmamın vücudunda tecelli etmiştir.
Burada iki önemli noktaya dikkat edilmesi gerekiyor.
1 – İmamet, Peygamberlerin bütün faziletlerine sahiptir, yalnız vahiy yoktur.
2 – İmamet, Allah’a mahsus olan Velayet makamıdır. Bu makam ancak bazı mursel peygamberlere verilmiştir.
Bizim açımızdan İmamet üç  rükne sahiptir.
1 – İmamet, Allah’ın emri gereği peygamber tarafından  atanır. Halkın seçimiyle değil.
2 – İmammet, peygamberlerin tüm fazilet ve konumlarına sahipdir. Yanlız vahiy ve Nübuvvet makamı hariç.
3 – İmamet makamında peygamberlerde var olan ilmi ledun ( vahiy, gaybı ilim ) ve masumiyet vasfına sahiptir.
Bu tanım bir kaç soru işareti oluşturmaktadır. İmamet, Allah tarafından belirlenmektedir ve vahiy hariç  peygamberlerin bütün faziletlerine sahiptır, Peygamberlerde vahiy dışında var olan fazilet nelerdir.?
Bundan dolayı konun aydınlanması için üçünçü bir görüşü açıklayalım.
ÜÇÜNCÜ GÖRÜŞTE İMAMET
İmamet, insalara din ve dünya hayatının tüm alanlarında; siyasi, itikati, ahlaki, sosyal, maddi  ve manevi konularında idare ve hakimiyet anlamında Allah’ın mutlak velayeti demektir. İmamet, vahiy ilmiyle donatılmış, masumiyet vasfına sahip, her çağda insanları eğiten, ilahi nur doğrultusunda insan ve toplumu her türlü günahtan koruyan ve İnsani değerlerin dejenere edilmesini engelleyen bir makamdır.
Nübuvvet makamında olan peygamber ile İmamet makamında olan İmamın ortak özelliklerinden biri de ortak ilime sahip oluşlarıdır. Bu ilahi ilimle tüm zamanların şer’i hükümlerine ve konularının tefsirine arif oluşlarıdır. Kendilerine sorulan her türlü gizli ve aşikar soruların sırlarını açarak cevaplarlar.
İkinci halife Ömer’in 70 yerde şu sözü  Ehli sünnet ve Şia kaynaklarında rivayet edilmiştir.
" Eğer Ali bin Ebu Talib  (a.s) olmasaydı Ömer helak olmuştu." Çünkü kendisine her hangi bir islami hüküm sorulduğunda cevap veremediği için, “gidin Ebul Hasan Ali bin Ebu Talib’i çağırın şu sorduğunuz soruların cevabını ancak Ebul Hasan Ali bin Ebu Talib verir” diyordu. Yukarıda, "ben helak olurdum", sözü şunun içindir: “Eğer sorulan konular hakkında yanlış cevaplar verseydim yanlışlar beni helak ederdi. Beni bu helakattan Ali bin Ebu Talib’in (a.s) verdiği doğru cevaplar kurtardı.” Bu verilerden  yola çıktığımız zaman bu vasıfa sahip insanların İmam olması mümkün değildir. Çünkü İmam tam anlamıyla her konu hakkında bilgi sahibi olması gerekmektedir. Allah’ın gönderdiği bütün ilahi hükümlerinin zahiri ve batını yönlerine ve konun tefsirine alim olması gerekmektedir. İmam nefislerin zahiri ve batını terbiyecisi ve eğiticisi olması gerekir.                                  
İmam’ın zahiri eğitimi şu dur: İmamın önderliğinde Kur’an tefsirini ve dini hükümleri tahrif etmeden asıl kaynağından doğru bir şekilde öğretmesidir. İmamı Zaman Hz. Mehdi (a.f) devletinde ilmi muasseseler gerçek eğitim ve öğretim ile halkı aydınlatacak ve herkes aklının kemali ile asıl kaynağından gerçek ilme sahip olacaktır. Toplumlara sahip olan haksız ve adaletsizliği ortadan kaldırarak insanın sosyal hayatını ve ebedi dünyası olan ahiretini mutlu ve saadetli kılmak için çaba gösteririr.
İmam’ın batini eğitimi şu dur: Bu batini eğitimi, masumiyet makamına sahip olan Peygamber ve İmam’dan başkasının yapması mümkün değildir. Peygamber ve İmam’dan  batını bir nur,  temiz  kalplere, temiz  nefislere ve liyakatı olan insanlara tecelli ederek onu kamil insan yapar. Ve İmam böyle insanları manevi ve melekuti eğitimle terbiye eder.
Her dönemde peygamber ve İmamın muhakkak belirli zamanlar içerisinde az veya çok ümmetinden ayrılıp görünmezliği yani geçici gaybeti olmuştur. Onun olmadığı bir an o ümmetin sahipsiz kaldığı anlamına gelmez. Ve o her daim canlı bir şekilde toplumunun içerisindedir. Ve insanlar onun kısa yokluğunda bile onun gerçek varlığından yararlanabiliyorlar.
İmam Cafer Sadık (a.s) bu konuda şöyle buyuruyor:
“Gaybette  bulunan İmamın varlığı bulutun arkasında bulunan güneşe benzer. Her ne kadar  bulutun  arkasında ki güneşin ışığı direkt vurmuyorsa, ama sıcağı yeryüzündeki tüm canlılara yarar sağlıyor, bitkiler, ağaçlar, toprak ve yeryüzünde biten her şey ondan yararlanıyor, ve ürünlerin yetişmesine, gelişmesine ve olgunlaşmasına sebep oluyorsa, gaybette olan İmamın verlığı ve nuru kalpleri ve nefisleri aynı oranda terbiye etmektedir.”
Başka bir hadiste şöyle buyuruyor: "Bizim Şia’larımız bizden artan çamurdan yaratılmış ve bizim muhabbet ve sevgi suyumuzla yoğurtulmuşlardır. Bizim hüzünlü günümüzde hüzünlü ve şad  (mutlu) günümüzde şad (mutlu) olurlar. Onların kalbi bizimle irtibattadır. Bizim üzüntümüz ve mutluluğumuz onların kalbinde yaşayarak onlar ona göre haraket eder."
Masumlarla irtibatlı olan böyle kalpler ve nefisler Allah’ın nurundan  yararlanıp eğitilip terbiye olmaktadırlar. Veysel Garani gibi insanlar tarihimizin şahididirler.
Kalbi bu mutluluğu yaşayan bir insanın zamanın İmamıyla  ister canlı hazırda olsun, ister gaybette olsun her daim onu görür ve onu en içtenlikle algılar. Dolayısıyla İmam hem zahir ve hem de batın nefis ve kalpleri terbiye edendir. Ve bu normal insanların edeceği tebiye türü değildir.
İMAMET USUL-U DİNDEN Mİ? FURU-U DİNDEN Mİ?
Şu sorunun cevabı anlatılan konularla anlaşılmaktadır ama biz bu konuya daha detaylı bakmaya devam ederek konuyu netleştirmeye çalışacağız.
Bütün Şia alimleri, İmametin usul-u dinden olduğunda ittifak etmişilerdir. Yani namaz ve oruç gibi Furu-u dinden değildir. İmamet; Tevhid, Nübuvvet ve Mead ile aynı konumdadır. Ehli Sünnet alimlerinin çoğunluğu İmametin furu-u dinden olduğu inancındadır. Çok az bir kısmı İmametin usul-u dinden olduğunu kabul etmektedir.
Nahc-ül Hak kitabının sahibi Fazl bin Ruzbihan şöyle diyor: İmamet konusu Eş’ari  itikadında asla usul-u dinden değidir. Belki furu-u dindendir. Mükellefin yaptığı amel ile irtibatı olduğu için Eş’ari İmameti furu-iddinden bilmektedir. Toplum kendi liderini kendisi seçme hakkına sahipdir.
Mutezile ve Ehli Sünnetin  büyük bir kısmı bu itikata sahipdir. Fakat Mutezile’de az bir kesim İmameti usul-u dinden bilmektedirler. Bu görüşü nakl edenlerden biri de Beyzavi tefsirinin sahibi Gazi Beyzavi’dir. Delail-i Sıdık da bu görişi nakl etmiştir. Burada anlaşılması gereken soru şu, aynı İtikadı paylaşan bir toplumun bazılarının İmameti, furu-u din seviyesine indirgemiş olması, bazılarının ise onu usul-u dineden kabul etmesi mümkün müdür?
Fakat Şia İmametin usul-u dinden olduğunu savunmaktadır, çünkü İmametin  Nübuvvet gibi Allah’tan tayın edildiğine inanmaktadır. Fakat Ehli Sünnet İmameti bir seçilen amir gibi görmektedirler. Şia ile Ehli Sünnet arasında ki İmamet konusunda ki fark budur.
SORU: ?
İmamet Usul-u dinden ise, usul-u din dinin esası ve dinin temelidir. İmameti kabul etmemek dinin temelini çökermek olacağından, usul-u dini inkar eden kafirdir. İmameti kabul etmeyen kafirmi olur?
CEVAP:
Usul-u din iki kısımdır;
1 – Tevhid, Nübüvvet ve Mead.( Kıyamete inanmak)
2 – Adl ( Allah’ın Adaleti) ve İmamet.
Birinci kısımı bütün müslümanlar itikaten kabul etmiştir. Bunlardan birini inkar edip kabul etmemek insanı dinden çıkarır ve kafir olur. Mesela, Mead  hakkında Kur’an  1200 ayette bahs etmektedir. Mead itikadi olarak Nübuvvet gibidir onu inkar etmek Nübuvveti inkar manasınadır. Kim onu  inkar ederse kafir olur.
İkinci kısım tüm müslümanların ortak itikadı değildir. İmamet konusu Şia inancında Allah tarafından masum İmam olarak atanmakta  ve Usul-u dinden olup ve Ehli Sünnet itikatında imam halk tarafından seçilmekte ve furu-u dinden olarak kabul edildiğinden itikadi anlamda inkar ve dinden çıkma anlamına gelmiyor.
Adl (Allah’ın adaleti) ise, Şia ve Mutezile tarafından Usul-u dinden kabul edilerken Ehli Sünnet ve Eşa’ire  Adl’ı ( Allah’ın adaletini) Usul-u dinden kabul etmemektedir. Bu iki konu hakkında müslümanlar ittifak sağlamamışlardır. Bu iki konu Şia’nın inancına has olduğundan onlar inkarcı dinden çıkmış sayılmıyorlar. Belki Ehl-i beyt mektebinden çıkmışlardır ve kabul etmemenin karşılığını muhakkak ki ölümden sonra göreceklerdir.
Buna göre bazıları Usul-u din üç tanedir olduğunu söylerler; Tevhid, Nübuvvet ve Mead . Diğer iki tanesini ( Adl ve İmamet) furu-u dinden sayarlar. Biz Şialar Usul-u dinin beş tane olduğuna inanırız.
İmamet hakkında bu hassas konular işlenirken yine akla soru gelebilir, örneğin:
SORU
Rivayette nakl edilmiştir ki Velayet’i, yani İmamet makamını kabul etmeğenin namazı, orucu ve hatta hiç bir ibadeti ve  ameli kabul değildir. İbadetlerin kabul oluşunun şartı İmameti/ Velayeti kabul etmektir. Acaba bu konu onların müslümanlığıyla ilgili bir soru işareti değil midir.?
CEVAP:
Biz, masum Peygamber ve İmamların sözlerinin takipçisiğiz, Onların bizlere İlahi sözleri şudur; Kelimey-i Tevhid ve Kelimey-i Şehadeti getiren herkes müslümandır. Hayvan kesimleri helal ve bütün İslami hükümler onlar için geçerlidir. Ve onlar İslam hükmünde olan müslümanlardır. Bütün hadislerimizde geçerli olan söz şudur; şahadetini getiren herkes müslümanlığı kabul etmiştir. Fakat onların ibadetleri kabul olur mu, olmaz mı, o ahiretle ilgilidir.
Muhakkak ki Velayet, İmamet makamı ibadetin kabul olma şartıdır. Ama bu onların müslümanlığıyla ilgili bir sorun yaratmaz. Söylediğimiz gibi şahadeti getiren herkes müslümandır. Ama ibadetlerinin kabulu Allah ahirette belirtecek herkese.
İmamet Usul-u dindendir. Furu-u dinden değildir çünkü imamet Allah tarafından tayın edilir. Delilimiz Kur’anı kerimdir
Kur’anı Kerim şöyle buyuruyor:
‘’Hani Rabbi İbrahim’i bir takım kelimelerle denemiş, o da tam olarak onları yerine getirmişti. (işte o zaman Allah,) ‘’ Ben seni insanlara İmam (önder) kılacağım.’’ dedi. (İbrahim,) ‘’ Benim soyumdanda.’’ Dedi. (Allah,) ‘’ Benim ahdim (İmamet makamı) zalimlere erişmez.’’ dedi.’’ Bakara/ 124
Baştan beri üzerinde konu edindiğimiz bu ayet-i kerime net bir şekilde anlatıyor ki İmamet makamı öyle bir  elbise değil ki her kesin üzerine giydirilsin. Bu elbise İlahi nur elbisesidir, ancak lıyakatı olan onu giyebilir ve Allah temiz bir nesile yani tüm günahtan, hatadan ve yanlışdan masum olan insana bu elbiseyi giydirir. Çünkü Velayet sadece ve sadece Allah’ın kendisine ait olan bir makamıdır. Allah İstediğine ve layık gördüğüne o makamı verir.
Allah’ın selamı Muhammed ve Al-i Muhammedin ( s.a.a )üzerine olsun.
                                                                                                                                                         Tevekkül   Erol



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder